Sen
bilmezsin.
Konuş
konuş, bozuk Türkçenle istediğin kadar ahkam kes.
Nereden
bileceksin ki cumhuriyetin 7 büyük savaştan sonra ne zorluklarla kurulduğunu!
Sen 100 yıl öncesini görmedin, duymadın, yaşamadın, araştırmadın ki bilesin.
Belli ki yakın akrabaların da yaşamadıkları için sana anlatmamışlar.
Senin
deden Yemen çöllerinde savaşmadığı için bilemezsin. Sarıkamış’ın Allahuekber
Dağları’nda bir gecede donarak şehit olan 90 bin Mehmetçikten biri olmadığı
için haberin bile olmamıştır.
12
yıl o cepheden o cepheye savaştıktan sonra ordu dağıldığı için Kars’tan Çorum’a
3 ayda yürüyerek ancak gelen, açlıktan ağaç kabuğunu, çarığını yiyen, deden
olmadığından bilemezsin. Hele o deden yeminini bozmamak adına yaşadığı 110 yıl
boyunca, 1983 yılına kadar, yufka ekmeğin kırıntılarından başka tüm ekmek asla
yemediyse hiç bilemezsin (Benim Dedem). Askerlik yapmaktan fırsat bulamadığı
için çobanlıktan başka herhangi bir meslek edinemeyen bir deden olmadıysa
nereden bileceksin. Köylerde çoban, şehirlerde ancak hamal olabilen dedelerden
bahsediyorum uyuma!
Sen
Kars’ın Ardahan’ın, Sarıkamış’ın, Artvin’in 40 yıl düşman işgalinde kaldığını
nereden bileceksin.
Senin
sülalen köyündeki samanlığa, camiye doldurulup yakılmadığı için umurunda olmaz
elbet. Üzerine gaz dökülerek ateşe verilmiş 5-6 mandanın da içeriye salınarak
yakılan camiyle samanlıklarda hunharca öldürülmemişlerse nereden bileceksin.
Hamile kadınların karnını yararak kız mı oğlan mı diye iddiaya giren kudurmuş
köpekler köyünü basmamışsa nereden bileceksin.
Belli
ki Yunan’ın Polatlı’ya kadar, İtalyanların Antalya Konya, Muğla, Denizli,
Isparta, Burdur’a kadar geldiğini çabuk unutanlardansın. Sevr’i bilirsin ama
işine gelmez.
İngiliz’in
Samsun’dan Merzifon’a kadar, Rusların Erzincan’a kadar geldiğini hiç duydun mu?
İstanbul’dan Rize’ye kadar Pontus Devleti kurulmak üzere olduğunu! İstanbul’un
işgal edildiğini, yedi düvel toplarının padişahın sarayına dönük bekletildiğini
nereden bileceksin.
Adana,
Mersin, Antep, Maraş, Urfa’nın kimler tarafından işgal edildiğini belki hiç
duymadın. Urfa’ya neden “Şanlı”, Antep’e neden “Gazi”, Maraş’a neden “Kahraman”
dendiğini nereden bileceksin. Allah bilir ya Sütçü İmam’ı bile duymadın. “Ben
işgal altındaki bir şehirde Cuma namazı kıldırmam” deyip kazmasını, küreğini,
orağını, dirgenini kapıp hücuma kalkan halkın önüne düşerek şehri kurtaran
Sütçü İmam’ı duymuş olsan da işine gelmez. Onun "Her kim ki Mustafa Kemâl
Paşa ve Kuvâ-yi Millîye aleyhinde fetva verip düşmanlık yapar, bilin ki onların
damarlarında kâfir kanı akar." dediğinden haberin bile yoktur.
Kara
Fatma’yı, Nene Hatun’u nereden bileceksin. Kağnısında mermi taşırken ıslanmasın
diye örtüyü çocuğuna değil de mermilerin üzerine örtüp sırtında çocuğu donarak
ölen Hatice Bacıyı!
Antepli
Şahin’i bilir misin Antepli Şahin’i. Düşman kumandanına şu mektubu gönderen
Şahin Bey’i,
”
Kirli ayaklarınızın bastığı şu toprakların her zerresinde bir damla Türk kanı
karışıktır. Her bucağında bir atanın mezarı vardır. Adı belli olmayan
zamanlardan beri Türkler bu topraklarda yaşamaktadır. Türk bu topraklara, bu
topraklarda Türk’e ısındı, kaynadı. Sade siz değil, bütün dünya bir araya
gelse, bizi bu topraklardan ayıramaz. Sonra sen hiç ömründe Türk, esir yaşamaz
diye duymadın mı? Namus ve hürriyet için ölüme atılmak ise bize, Ağustos ayı
sıcağında soğuk su içmekten daha tatlı gelir. Sizler canı kıymetli
insanlarsınız. Çatmayınız bize. Bir an evvel topraklarımızdan savuşup gidiniz.
Yoksa kıyarız canınıza”
“Benim
cesedimi çiğnemeden Antep’e giremezsiniz” diyerek Elmalı Köprüsünde kurşunu
bitince süngüyle düşmana hücum eden, düşman kurşunlarıyla, düşman süngüleriyle
delik deşik edilerek şehit edilen Şahin Bey’i!
Ben
Antepliyim, Şahin’im ağam.
Mavzer
omzuma yük.
Ben
yumruklarımla dövüşeceğim.
Yumruklarım
memleket kadar büyük.
Şehit
Kamil’i hiç duymuşluğun var mıdır? Peki ya Molla Karayılan’ı.
Bilsen
de umurunda olmazdı zaten.
Birinci
Dünya Savaşı’na niçin girdiğimizi bugün bile bilmiyoruz. Ama kardeşlerini bu
savaşa kurban veren, Avşar kadını biliyor ve parmağını Alaman’a uzatıyor:
Mektup
saldım da varmadı,
Tel
vurdum aynı gelmedi,
Alamanya
harbeylesin,
Gayri
kardaşım kalmadı.
O
kardaşlardan biri senin deden olmadığı için bilmezsin elbet.
O
zamanlar vatandaşlarımız olan Rumların, Yahudilerin, Ermenilerin, Arapların
askere alınmayıp savaşa gönderilmediğini bilmezsin. Bütün savaşlara Türklerin
gönderilmesi nedeniyle erkek nüfus kalmadığını nereden bileceksin. 15’lileri
duymuşluğun var mıdır? 15’liler tam 15 yaşındaymış biliyor musun? (1900 Yılında
doğanlar)
Sen
bilmezsin elbet.
Biliyor
musun, imamlar askerlikten muafmış. İmam yardımcısı yani müezzinler de öyle.
Konuş
konuş.
Meşhur
meseldir;
Nazım
Hikmet’in Bursa Cezaevi’nde tutsaklık günleri.
Koğuş
arkadaşlarını okumaya yazmaya yönlendiren Nazım, aynı zamanda cezaevi
yönetimine de yardım etmektedir. Cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı’ndan bir
müfettiş gelir. Birkaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre: "Nazım da
buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir?" der. Nazım’ı odaya
getirirler. Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nazım’ı tepeden tırnağa
süzer ve:
"Demek
Nazım sizsiniz." der. Nazım’a oturması için yer göstermez. Kısa bir
konuşma sonrası, "Gidebilirsiniz." der.
Nazım
tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe:
"Ömer
Hayyam adını duydunuz mu?" diye sorar.
Müfettiş
hemen atılır: "Kim duymaz Hayyam’ı."
Nazım:
’’Hayyam zamanında, İran hükümdarı kimdi?" diye sorar. Müfettiş şaşırır.
Nazım konuşmasını sürdürür;
"Görüyorsunuz
sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya
anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı’nı ve sizi kimse anımsamayacak." der
çıkar. Müfettiş Nazım’ı geri çağırır fakat Nazım koğuşunun yolunu çoktan
tutmuştur.
Konuş
konuş. Seni ileride, belki 50 yıl sonra kim anımsar ki!!
-----------------------------------------------------------
ve
Nazım’dan
***
Karayılan
Hikayesi
Yıl
1918-1919
Ve
Karayılan
Hikayesi
Ateşi
ve ihaneti gördük
ve
yanan gözlerimizle durduk
bu
dünyanın üzerinde.
İstanbul
918 Teşrinlerinde,
İzmir
919 Mayıs’ında
ve
Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar;
Mayıs
ortalarından
Haziran
ortalarına kadar
yani
tütün kırma mevsimi,
yani,
arpalar biçilip
buğdaya
başlanırken
yuvarlandılar.
Adana,
Antep,
Urfa,
Maraş:
düşmüş
dövüşüyordu…
Ateşi
ve ihaneti gördük,
Ve
kanlı bankerler pazarında
Memleketi
Alman’a satanlar,
Yan
gelip ölülerin üzerinde yatanlar
düştüler
can kaygusuna
ve
kurtarmak için başlarını halkın gazabından
karanlığa
karışarak basıp gittiler.
Yaralıydı,
yorgundu, fakirdi millet,
en
azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,
dövüşüyordu,
köle olmamak için iki kat,
iki
kat soyulmamak için.
Ateşi
ve ihaneti gördük,
Murat
nehri, Canik dağları ve Fırat,
Yeşilırmak,
Kızılırmak,
Gültepe,
Tilbeşar ovası,
gördü
uzun dişli İngiliz’i.
Ve
Aksu’yla Köpsu,
Karagöl’le
Söğüt gölü
ve
gümüş basamaklı türbesinde yatan
büyük,
aşık ölü,
şapkası
horoz tüylü İtalyan’ı gördü.
Ve
Çukurova,
kıyasıya
düzlük,
uçurumlar,
yamaçlar, dağlar kıyasıya
ve
Seyhan ve Ceyhan
ve
kara gözlü Yürük kızı,
gördü
mavi üniformalı Fransız’ı.
Ve
devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.
Eşraf
ve ayan ve mütehayyizanın çoğu
ve
ağalar:
Bağdasar
ağadan
Kellesi
Büyük Mehmet Ağaya kadar,
düşmanla
birlik oldular.
Ve
inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp,
gelinlerin
ırzına geçip,
çocukları
öldürüp
ve
istiklali yakıp yıktıkça düşman,
dağa
çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan
ve
çığ gibi çoğaldı çeteler
ve
köylülerden paşalar görüldü,
kara
donlu köylülerden.
Ve
bizim tarafa geçenler oldu
Tunuslu
ve Hindli kölelerden.
Ve
Türkistanlı Hacı Ahmet,
Kısık
gözleri,
seyrek
sakalı,
hafif
makineli tüfeğiyle
dağlarda
bir başına dolaştı.
Ve
sabahleyin ve öğle sıcağında ve akşam üstü
Ve
ayışığında ve yıldız alacasında geceleyin,
ne
zaman sıkışsa bizimkiler,
peyda
oluverdi, yerden biter gibi o
ve
ateş etti
ve
düşmanı dağıttı
ve
kayboldu dağlarda yine.
Ateşi
ve ihaneti gördük,
Dayandık,
dayandık
her yanda,
dayandık
İzmir’de Aydın’da,
Adana’da
dayandık,
dayandık
Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te.
Antep’liler
silahşor olur,
uçan
turnayı gözünden
kaçan
tavşanı art ayağından vururlar
ve
Arap kısrağının üstünde
taze
yeşil selvi gibi ince uzun dururlar.
Antep
sıcak,
Antep
çetin yerdir.
Antep’liler
silahşor olur,
Antep’liler
yiğit kişilerdir.
Karayılan
Karayılan
olmazdan önce
Antep
köylüklerinde ırgattı,
Belki
rahatsızdı, belki rahattı,
bunu
düşünmeye vakit bırakmıyordular,
yaşıyordu
bir tarla sıçanı gibi
ve
korkaktı bir tarla sıçanı kadar.
Yiğitlik
atla, silahla olur,
Onun
atı, silahı, toprağı yoktu.
Boynu
yine böyle çöp gibi ince
Ve
böyle kocaman kafalıydı
Karayılan
Karayılan
olmazdan önce.
Düşman
Antep’e girince
Antepliler
onu
Korkusunu
saklayan
Bir
fıstık ağacından
alıp
indirdiler.
Altına
bir at çekip
eline
bir mavzer
verdiler.
Antep
çetin yerdir.
Kırmızı
kayalarda
Yeşil
kertenkeleler.
Sıcak
bulutlar dolaşır havada
İleri
geri.
Düşman
tutmuştu tepeleri,
düşmanın
topu vardı.
Antepliler
düz ovada
Sıkışmışlardı
Düşman
şarapnel döküyordu,
toprağı
kökünden söküyordu.
Düşman
tutmuştu tepeleri.
Akan:
Antep’in kanıydı.
Düz
ovada bir gül fidanıydı
Karayılan’ın
Karayılan
olmazdan önceki siperi..
Bu
fidan öyle küçük,
Korkusu
ve kafası öyle büyüktü ki onun,
namluya
tek fişek sürmeden
yatıyordu
yüzükoyun.
Antep
sıcak,
Antep
çetin yerdir.
Antep’liler
silahşor olur.
Antepliler
yiğit kişilerdir.
Fakat
düşmanın topu vardı.
Ve
ne çare, kader
düz
ovayı Antepliler
düşmana
bırakacaklardı.
“Karayılan”
olmazdan önce
umrunda
değildi Karayılan’ın
kıyamete
dek düşmana verseler Antep’i
Çünkü
onu düşünmeğe alıştırmadılar.
Yaşadı
toprakta bir tarla sıçanı gibi,
korkaktı
da bir tarla sıçanı kadar.
Siperi
bir gül fidanıydı onun,
gül
fidanı dibinde yatıyordu ki yüzü koyun
ak
bir taşın ardından
kara
bir yılan
çıkardı
kafasını.
Derisi
ışıl ışıl,
gözleri
ateşten al,
dili
çataldı.
Birden
bir kurşun gelip
kafasını
aldı.
Hayvan
devrildi kaldı.
Karayılan
Karayılan
olmazdan önce
kara
yılanın encamını görünce
haykırdı
avaz avaz
ömrünün
ilk düşüncesini:
“İbret
al deli gönlüm,
demir
sandıkta saklansan bulur seni,
ak
taş ardında kara yılanı bulan ölüm.”
Ve
bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
Bir
tarla sıçanı kadar korkak olan,
fırlayıp
atlayınca ileri
bir
dehşet aldı Anteplileri,
seğirttiler
peşince,
Düşmanı
tepelerde yediler.
Ve
bir tarla sıçanı gibi yaşayıp
Bir
tarla sıçanı kadar korkak olana:
KARAYILAN
dediler.
“Karayılan
der ki: Harbe oturak,
Kilis
yollarından kelle getirek,
nerde
düşman varsa orda bitirek,
vurun
ha yiğitler namus günüdür…”
Ve
biz bunu böylece duyduk
ve
çetesinin başında yıllarca namı yürüyen
Karayılan’ı
ve
Anteplileri
ve
Antep’i
aynen
duyup işittiğimiz gibi
destanımızın
birinci babına koyduk.
Nazım
Hikmet
0 yorum: "Konuş Konuş!"