pencerenize karartın vururdu ben sokakta dururdum

o cumbalı evinizin balkonundan bakardın

uykusuz geçerdi gecelerim gurur yapar sana diyemezdim

ben ekmek aş yiyemezdim ey yar yiyemezdim

Comments

31 Mayıs 2021

Konuş Konuş!


 

Sen bilmezsin.

 

Konuş konuş, bozuk Türkçenle istediğin kadar ahkam kes.

 

Nereden bileceksin ki cumhuriyetin 7 büyük savaştan sonra ne zorluklarla kurulduğunu! Sen 100 yıl öncesini görmedin, duymadın, yaşamadın, araştırmadın ki bilesin. Belli ki yakın akrabaların da yaşamadıkları için sana anlatmamışlar.

Senin deden Yemen çöllerinde savaşmadığı için bilemezsin. Sarıkamış’ın Allahuekber Dağları’nda bir gecede donarak şehit olan 90 bin Mehmetçikten biri olmadığı için haberin bile olmamıştır.

12 yıl o cepheden o cepheye savaştıktan sonra ordu dağıldığı için Kars’tan Çorum’a 3 ayda yürüyerek ancak gelen, açlıktan ağaç kabuğunu, çarığını yiyen, deden olmadığından bilemezsin. Hele o deden yeminini bozmamak adına yaşadığı 110 yıl boyunca, 1983 yılına kadar, yufka ekmeğin kırıntılarından başka tüm ekmek asla yemediyse hiç bilemezsin (Benim Dedem). Askerlik yapmaktan fırsat bulamadığı için çobanlıktan başka herhangi bir meslek edinemeyen bir deden olmadıysa nereden bileceksin. Köylerde çoban, şehirlerde ancak hamal olabilen dedelerden bahsediyorum uyuma!

Sen Kars’ın Ardahan’ın, Sarıkamış’ın, Artvin’in 40 yıl düşman işgalinde kaldığını nereden bileceksin.

Senin sülalen köyündeki samanlığa, camiye doldurulup yakılmadığı için umurunda olmaz elbet. Üzerine gaz dökülerek ateşe verilmiş 5-6 mandanın da içeriye salınarak yakılan camiyle samanlıklarda hunharca öldürülmemişlerse nereden bileceksin. Hamile kadınların karnını yararak kız mı oğlan mı diye iddiaya giren kudurmuş köpekler köyünü basmamışsa nereden bileceksin.

Belli ki Yunan’ın Polatlı’ya kadar, İtalyanların Antalya Konya, Muğla, Denizli, Isparta, Burdur’a kadar geldiğini çabuk unutanlardansın. Sevr’i bilirsin ama işine gelmez.

İngiliz’in Samsun’dan Merzifon’a kadar, Rusların Erzincan’a kadar geldiğini hiç duydun mu? İstanbul’dan Rize’ye kadar Pontus Devleti kurulmak üzere olduğunu! İstanbul’un işgal edildiğini, yedi düvel toplarının padişahın sarayına dönük bekletildiğini nereden bileceksin.

 

Adana, Mersin, Antep, Maraş, Urfa’nın kimler tarafından işgal edildiğini belki hiç duymadın. Urfa’ya neden “Şanlı”, Antep’e neden “Gazi”, Maraş’a neden “Kahraman” dendiğini nereden bileceksin. Allah bilir ya Sütçü İmam’ı bile duymadın. “Ben işgal altındaki bir şehirde Cuma namazı kıldırmam” deyip kazmasını, küreğini, orağını, dirgenini kapıp hücuma kalkan halkın önüne düşerek şehri kurtaran Sütçü İmam’ı duymuş olsan da işine gelmez. Onun "Her kim ki Mustafa Kemâl Paşa ve Kuvâ-yi Millîye aleyhinde fetva verip düşmanlık yapar, bilin ki onların damarlarında kâfir kanı akar." dediğinden haberin bile yoktur.

 

Kara Fatma’yı, Nene Hatun’u nereden bileceksin. Kağnısında mermi taşırken ıslanmasın diye örtüyü çocuğuna değil de mermilerin üzerine örtüp sırtında çocuğu donarak ölen Hatice Bacıyı!

 

Antepli Şahin’i bilir misin Antepli Şahin’i. Düşman kumandanına şu mektubu gönderen Şahin Bey’i,

 

” Kirli ayaklarınızın bastığı şu toprakların her zerresinde bir damla Türk kanı karışıktır. Her bucağında bir atanın mezarı vardır. Adı belli olmayan zamanlardan beri Türkler bu topraklarda yaşamaktadır. Türk bu topraklara, bu topraklarda Türk’e ısındı, kaynadı. Sade siz değil, bütün dünya bir araya gelse, bizi bu topraklardan ayıramaz. Sonra sen hiç ömründe Türk, esir yaşamaz diye duymadın mı? Namus ve hürriyet için ölüme atılmak ise bize, Ağustos ayı sıcağında soğuk su içmekten daha tatlı gelir. Sizler canı kıymetli insanlarsınız. Çatmayınız bize. Bir an evvel topraklarımızdan savuşup gidiniz. Yoksa kıyarız canınıza”

 

“Benim cesedimi çiğnemeden Antep’e giremezsiniz” diyerek Elmalı Köprüsünde kurşunu bitince süngüyle düşmana hücum eden, düşman kurşunlarıyla, düşman süngüleriyle delik deşik edilerek şehit edilen Şahin Bey’i!

 

Ben Antepliyim, Şahin’im ağam.

Mavzer omzuma yük.

Ben yumruklarımla dövüşeceğim.

Yumruklarım memleket kadar büyük.

 

Şehit Kamil’i hiç duymuşluğun var mıdır? Peki ya Molla Karayılan’ı.

Bilsen de umurunda olmazdı zaten.

 

Birinci Dünya Savaşı’na niçin girdiğimizi bugün bile bilmiyoruz. Ama kardeşlerini bu savaşa kurban veren, Avşar kadını biliyor ve parmağını Alaman’a uzatıyor:

 

Mektup saldım da varmadı,

Tel vurdum aynı gelmedi,

Alamanya harbeylesin,

Gayri kardaşım kalmadı.

 

O kardaşlardan biri senin deden olmadığı için bilmezsin elbet.

 

O zamanlar vatandaşlarımız olan Rumların, Yahudilerin, Ermenilerin, Arapların askere alınmayıp savaşa gönderilmediğini bilmezsin. Bütün savaşlara Türklerin gönderilmesi nedeniyle erkek nüfus kalmadığını nereden bileceksin. 15’lileri duymuşluğun var mıdır? 15’liler tam 15 yaşındaymış biliyor musun? (1900 Yılında doğanlar)

Sen bilmezsin elbet.

Biliyor musun, imamlar askerlikten muafmış. İmam yardımcısı yani müezzinler de öyle.

Konuş konuş.

 

Meşhur meseldir;

 

Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nde tutsaklık günleri.

Koğuş arkadaşlarını okumaya yazmaya yönlendiren Nazım, aynı zamanda cezaevi yönetimine de yardım etmektedir. Cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı’ndan bir müfettiş gelir. Birkaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre: "Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir?" der. Nazım’ı odaya getirirler. Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nazım’ı tepeden tırnağa süzer ve:

"Demek Nazım sizsiniz." der. Nazım’a oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşma sonrası, "Gidebilirsiniz." der.

Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe:

"Ömer Hayyam adını duydunuz mu?" diye sorar.

Müfettiş hemen atılır: "Kim duymaz Hayyam’ı."

Nazım: ’’Hayyam zamanında, İran hükümdarı kimdi?" diye sorar. Müfettiş şaşırır. Nazım konuşmasını sürdürür;

"Görüyorsunuz sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanı’nı ve sizi kimse anımsamayacak." der çıkar. Müfettiş Nazım’ı geri çağırır fakat Nazım koğuşunun yolunu çoktan tutmuştur.

 

Konuş konuş. Seni ileride, belki 50 yıl sonra kim anımsar ki!!

 

-----------------------------------------------------------

ve Nazım’dan

 

***

Karayılan Hikayesi

 

Yıl 1918-1919

Ve

Karayılan Hikayesi

 

Ateşi ve ihaneti gördük

ve yanan gözlerimizle durduk

bu dünyanın üzerinde.

İstanbul 918 Teşrinlerinde,

İzmir 919 Mayıs’ında

ve Manisa, Menemen, Aydın, Akhisar;

Mayıs ortalarından

Haziran ortalarına kadar

yani tütün kırma mevsimi,

yani, arpalar biçilip

buğdaya başlanırken

yuvarlandılar.

 

Adana,

Antep,

Urfa,

Maraş:

düşmüş dövüşüyordu…

 

Ateşi ve ihaneti gördük,

Ve kanlı bankerler pazarında

Memleketi Alman’a satanlar,

Yan gelip ölülerin üzerinde yatanlar

düştüler can kaygusuna

ve kurtarmak için başlarını halkın gazabından

karanlığa karışarak basıp gittiler.

Yaralıydı, yorgundu, fakirdi millet,

en azılı düvellerle dövüşüyordu fakat,

dövüşüyordu, köle olmamak için iki kat,

iki kat soyulmamak için.

 

Ateşi ve ihaneti gördük,

Murat nehri, Canik dağları ve Fırat,

Yeşilırmak, Kızılırmak,

Gültepe, Tilbeşar ovası,

gördü uzun dişli İngiliz’i.

Ve Aksu’yla Köpsu,

Karagöl’le Söğüt gölü

ve gümüş basamaklı türbesinde yatan

büyük, aşık ölü,

şapkası horoz tüylü İtalyan’ı gördü.

Ve Çukurova,

kıyasıya düzlük,

uçurumlar, yamaçlar, dağlar kıyasıya

ve Seyhan ve Ceyhan

ve kara gözlü Yürük kızı,

gördü mavi üniformalı Fransız’ı.

Ve devam ettik ateşi ve ihaneti görmekte.

Eşraf ve ayan ve mütehayyizanın çoğu

ve ağalar:

Bağdasar ağadan

Kellesi Büyük Mehmet Ağaya kadar,

düşmanla birlik oldular.

Ve inekleri, koyunları, keçileri sürüp, götürüp,

gelinlerin ırzına geçip,

çocukları öldürüp

ve istiklali yakıp yıktıkça düşman,

dağa çıktı mavzerini, nacağını, çiftesini kapan

ve çığ gibi çoğaldı çeteler

ve köylülerden paşalar görüldü,

kara donlu köylülerden.

Ve bizim tarafa geçenler oldu

Tunuslu ve Hindli kölelerden.

Ve Türkistanlı Hacı Ahmet,

Kısık gözleri,

seyrek sakalı,

hafif makineli tüfeğiyle

dağlarda bir başına dolaştı.

Ve sabahleyin ve öğle sıcağında ve akşam üstü

Ve ayışığında ve yıldız alacasında geceleyin,

ne zaman sıkışsa bizimkiler,

peyda oluverdi, yerden biter gibi o

ve ateş etti

ve düşmanı dağıttı

ve kayboldu dağlarda yine.

 

Ateşi ve ihaneti gördük,

Dayandık,

dayandık her yanda,

dayandık İzmir’de Aydın’da,

Adana’da dayandık,

dayandık Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te.

 

Antep’liler silahşor olur,

uçan turnayı gözünden

kaçan tavşanı art ayağından vururlar

ve Arap kısrağının üstünde

taze yeşil selvi gibi ince uzun dururlar.

Antep sıcak,

Antep çetin yerdir.

 

Antep’liler silahşor olur,

Antep’liler yiğit kişilerdir.

Karayılan

Karayılan olmazdan önce

Antep köylüklerinde ırgattı,

Belki rahatsızdı, belki rahattı,

bunu düşünmeye vakit bırakmıyordular,

yaşıyordu bir tarla sıçanı gibi

ve korkaktı bir tarla sıçanı kadar.

Yiğitlik atla, silahla olur,

Onun atı, silahı, toprağı yoktu.

Boynu yine böyle çöp gibi ince

Ve böyle kocaman kafalıydı

Karayılan

Karayılan olmazdan önce.

Düşman Antep’e girince

Antepliler onu

Korkusunu saklayan

Bir fıstık ağacından

alıp indirdiler.

Altına bir at çekip

eline bir mavzer

verdiler.

Antep çetin yerdir.

Kırmızı kayalarda

Yeşil kertenkeleler.

Sıcak bulutlar dolaşır havada

İleri geri.

 

Düşman tutmuştu tepeleri,

düşmanın topu vardı.

Antepliler düz ovada

Sıkışmışlardı

Düşman şarapnel döküyordu,

toprağı kökünden söküyordu.

Düşman tutmuştu tepeleri.

Akan: Antep’in kanıydı.

Düz ovada bir gül fidanıydı

Karayılan’ın

Karayılan olmazdan önceki siperi..

Bu fidan öyle küçük,

Korkusu ve kafası öyle büyüktü ki onun,

namluya tek fişek sürmeden

yatıyordu yüzükoyun.

 

Antep sıcak,

Antep çetin yerdir.

Antep’liler silahşor olur.

Antepliler yiğit kişilerdir.

Fakat düşmanın topu vardı.

Ve ne çare, kader

düz ovayı Antepliler

düşmana bırakacaklardı.

“Karayılan” olmazdan önce

umrunda değildi Karayılan’ın

kıyamete dek düşmana verseler Antep’i

Çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.

Yaşadı toprakta bir tarla sıçanı gibi,

korkaktı da bir tarla sıçanı kadar.

Siperi bir gül fidanıydı onun,

gül fidanı dibinde yatıyordu ki yüzü koyun

ak bir taşın ardından

kara bir yılan

çıkardı kafasını.

 

Derisi ışıl ışıl,

gözleri ateşten al,

dili çataldı.

Birden bir kurşun gelip

kafasını aldı.

Hayvan devrildi kaldı.

 

Karayılan

Karayılan olmazdan önce

kara yılanın encamını görünce

haykırdı avaz avaz

ömrünün ilk düşüncesini:

“İbret al deli gönlüm,

demir sandıkta saklansan bulur seni,

ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.”

 

Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp

Bir tarla sıçanı kadar korkak olan,

fırlayıp atlayınca ileri

bir dehşet aldı Anteplileri,

seğirttiler peşince,

Düşmanı tepelerde yediler.

Ve bir tarla sıçanı gibi yaşayıp

Bir tarla sıçanı kadar korkak olana:

KARAYILAN dediler.

 

“Karayılan der ki: Harbe oturak,

Kilis yollarından kelle getirek,

nerde düşman varsa orda bitirek,

vurun ha yiğitler namus günüdür…”

Ve biz bunu böylece duyduk

ve çetesinin başında yıllarca namı yürüyen

Karayılan’ı

ve Anteplileri

ve Antep’i

aynen duyup işittiğimiz gibi

destanımızın birinci babına koyduk.

 

Nazım Hikmet

 .

0 yorum: "Konuş Konuş!"